HOŞ GELDİNİZ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HOŞ GELDİNİZ

EN RENKLİ FORUM BU FORUM İSTEDİĞİNİ PAYLAŞ İSTEDİĞİNİ YAP
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Yahya Kemal Beyatlı _3_

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 254
Kayıt tarihi : 29/09/08

Yahya Kemal Beyatlı _3_ Empty
MesajKonu: Yahya Kemal Beyatlı _3_   Yahya Kemal Beyatlı _3_ Icon_minitimeÇarş. Ağus. 12, 2009 4:26 pm

ESKİ MEKTUP



Adalardan gelen bu mektupta,

Oradan, bir sihirli râyiha var;

İşveler sezdiren bir üslûpta,

Bir güzel şarkı söylüyor rüzgâr,

Adalardan gelen bu mektupta.



Ben o rüzgârla şimdi baş başayım;

Gaalibâ yol göründü sevdâya;

Kendi gönlümce bir saat yaşayım;

Girmesin başka bir hayâl araya;

Ben o rüzgârla şimdi baş başayım.



















ESKI MÛSIKİ



Çok insan anlıyamaz eski mûsıkîmizden

Ve ondan anlamıyan bir şey anlamaz bizden.

Açar bir altın anahtarlarla rûh ufuklarını,

Hemen yayılmaya başlar sadâ ve nûr akını

Ve seslenir büyük Itrî, semâyı örten rûh,

Peşinde dalgalanır bestesiyle Seyyid Nûh,

O mutlu devrede Itrî’ye en yakın bir dost

Işıklı danteleler bestekârı Hâfız Post...

Bu neslin ortada dâhîcedir başardığı iş,

Vatan nasıl karışır mûsıkîyle, göstermiş.



Bu yaz kemençeyi bir dinledinse Kanlıca’da,

Baharda bir gece tanbûru dinle Çamlıca’da.

Bu sazların duyulur her telinde sâde vatan,

Sihirli rüzgâr eser dâimâ bu topraktan.



Evet bu eski nesil şerefli âlem açar,

Duyuşta ince zamanlardan inkırâza kadar.

Yüz elli yıl, sıra dağlar birer birer yücelir

Ve âkıbet Dede’nin anlı şanlı devri gelir.

Bu mûsıkîyi, O, son kudretiyle parlattı;

Ölünce, ülkede bir muhteşem güneş battı.





















EYLÜL SONU



Günler kısaldı. Kanlıca'nın ihtiyarları

Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.



Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...

Yazlar yavaşca bitmese, günler kısalmasa...



İçtik bu nadir içki'yi yıllarca kanmadık...

Bor böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!



Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;

Lakin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor.



Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,

Bitmez bir özleyiştir, ölümden biter bile.




















GECE



Kandilli yüzerken uykularda

Mehtâbı sürükledik sularda...



Bir yoldu parıldayan, gümüşten,

Gittik...Bahs açmadık dönüşten.



Hulyâ tepeler, hayâl ağaçlar...

Durgun suda dinlenen yamaçlar...



Mevsim sonu öyle bir zaman ki

Gaaip bir mûsıkîydi sanki.



Gitmiş kaybolmuşuz uzakta,

Rü'yâ sona ermeden şafakta...





















GECE BESTESİ



O kuş en kuytu bahçelerde öter;

Sarmaşıklarla yüklü vâdîde;

Hiç bir el değmemiş ağaçlarda;

Geceden tâ şafak sökünceye dek

Yükselir perde perde içli sesi;

En uzun nağmesiyle, bir müddet,

Gaşyeder yer yüzünde dinliyeni;

Bir zaman gök yüzünde yalnız o ses,

O terennüm kalır;

Gaşyolur dinledikçe yaldızlar.



O kuş ancak bahâr olunca gelir;

Nerelerden gelir?

Kimse bilmez, bu bir muammâdır;

Bahâr erince sona

Kaybolur, başka bir bahâra kadar.



O kuşun ömrü, bir güzel gecede,

Bir güzel beste söylemekle geçer.

O kuş en kuytu bahçelerde öter;

Hayâl içinde yaşar,

Hayâl içinde ölür.























FENERBAHCE



Dün Fenerbahçe'de gördüm

İri bir zümrüt içindeydi bahar...

Bir mücevherde yalan bir cennet

Görünür;

Çağlayanlar dökülür yüksekten.

Çeşmelerden su akar rengârenk...

Göğe ser çekmiş ağaçlar yücelir.

Bu mücevherde fakat

Vatanın en gerçek

En sevilmiş ve gezilmiş yeri var;

Üç taraftan denizin sardığı yer.



Bu büyük zümrütte

Varsa her aşkın uzun hâtırası,

Varsa her sevgili, her sevdâlı,

Varsa engin geceler, gündüzler,

Bu derin zümrütte

Biz de cânanla beraber varız.




















GEÇMİŞ YAZ



Rü'yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,

Her ânını, her rengini, her şi'rini hazdan.

Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!

Bir gün, bir uzak hâtıra özlersen o yazdan



Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:

Geçmiş gecelerden biri durmakta derinden;

Mehtâb... iri güller... ve senin en güzel aksin...

Velhasıl o rü'yâ duruyor yerli yerinde!



















GEÇİŞ



Mâzî köyünde, hâtıralar gölgesinde kal!

Yaklaştığın tabîati günlerce seyre dal!



Dağlar başında zevkini aldındı varlığın,

Bulsun bu zirvelerde huzûr ihtiyarlığın.



Akşam, çoban sadâları artar, güneş söner;

Gür çıngıraklarıyle davar yaylâdan döner;



Havlar zaman zaman gece ufkunda bir köpek,

Gönlün hüzünlenir bunu duydukça ürkerek.



İnsan bilir cihanda nedir ömrünün sonu;

Ömründe bir dakîkacık etmez hayâl onu.



Hiç şaşmıyan saat gibi işler durur kader,

Birgün saat çalar... Çok uzaktan gelir haber...



Artık güneş görünmez olur, gök bulutludur,

Rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur.



















GEZİNTİ



Kandilli’den Çubuklu’ya çıktık gezintiye

Yalnız kürek sadâsı gelen bir kayıktayız.

Bizler mi vakti hoşça geçirmekteyiz bugün?

Şüphem budur: Vakit mi geçirmektedir bizi?

Zihnim neden kapıldı bu sonsuz düşünceye?



Bir yanda boşluğunda hudûd olmayan semâ;

Bir yanda dâimâ uzayıp bitmeyen zaman.

İnsan bu tezad içinde fikirler mırıldanır.

Bazen çöküntüler, kırışıklardan ürkeriz,

Bazen de neş’esizce: ‘Vakit geçmiyor’ deriz.



Silkin ve sakin ol! dedim âvâre gönlüme,

Artık kederli hisleri bir bir içinden at!

Eylül ferahlığında giderken Çubuklu’ya,

Geçmiş, geçen veya gelecek vakti duymadan,

Âheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın!



















GÜFTESİZ BESTE



Sizi dün bekledim o yollarda

Ki gezindikdi bir zaman karda,

Kararan gözlerimle rüzgârda

Sizi dün bekledim o yollarda!...



Sanıyordum unuttunuz adımı,

Dediniz hissedince maksadımı:

"Beni hâlâ bu genç unutmadı mı

Ki bugün bekliyor bu yollarda?"



Nice sevdâlılarla sevgililer

Aşkı yollarda böyle beklediler!

Nice sevdâlılar da var ki diler

Akşam olsun bu kuytu yollarda!...




















GURBET



Gurbet nedir bilir mi o menfâya gitmiyen?

Ey gurbet, ey gurûbu ufuklarda bitmiyen

Ömrün derinliğinde süren kaygı günleri!

Yıllarca, fakr içinde, hayâtın hüzünleri.

Bir çöl çoraklığında hayâlin susuzluğu;

Hem uyku ihtiyaçları, hem uykusuzluğu.

En sinsi bir ezâ gibidir geçmiyen zaman;

Bin türlü başka cevri de vardır ki bî-aman;

Yalnızlığın azâbı her işkenceden beter;

Yalnız bu kahrı insanı tahrîb için yeter.





















HATIRLATAN



Hicran, gün ortasında öten bir horoz gibi,

Seslendi pek vakitsiz... İçim yandı ansızın.



Mâzî yosunla örtülü bir göl ki yok gibi,

Mevsim serin ve bahçede yaprak yığın yığın.



Hicran gün ortasında neden böyle seslenir,

Birden hatırlatır unutan kalbe sevgiyi?



Keskin bir özleyişle hayâl ettiren nedir.

Bir devre varsa insanın ömründe en iyi?



Ey sevgi anladım bu uzakta sedâ ile,

Ömrün yegâne lezzetidir hâtıran bile.



















HAYÂL ŞEHİR



Git bu mevsimde, gurub vakti, Cihangir'den bak!

Bir zaman kendini karşındaki rü'yâya bırak!

Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;

Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;

O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,

Çevirir camları birden peri kâşânesine.

Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka

Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.

Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,

Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,

Nice yüz bin senedir şarkın ışık mimârı

Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar'ı.

O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir;

Bu ateşten yaratılmış yapılar fânîdir;

Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.







Az sürer gerçi fakir Üsküdar'ın saltanatı;

Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;

Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,

Ezeli mağfiretin böyle bir ikliminde

Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de.

Halkının hilkati her semtini bir cennet eden

Karşı sâhilde karanlıkta kalan her tepeden,

Gece, bir çok fıkarâ evlerinin lâmbaları

En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı.


























HAYÂL BESTE



Roma'nın şarkını fethettiğin andan sonra,

Yüce dağlar gibidir gördüğün iş, Türk oğlu!

Girdiğin yerde asırlarca kalıştan başka,

Kurduğun devlet asırlarca muzaffer yürüdü.

Tâliin döndüğü en korkulu yıllarda bile,

Yürüyen düşmanı son hamlede döktün denize.

Açtığın ülkede, yoktan yaratış kudretini,

Azminin kurduğu yüzlerce şehirden fazla,

İri firûzeye benzer nice gök kubbeyle,

Dehre aksettiriyor, gerçi, büyük mîmârî;

Bu eserler seni göstermeğe kâfî diyemem.



Şi're aksettirebilseydin eğer, dinlerdin,

Yüz fetih şi'ri, okundukça, çelik tellerden.



Resm'e aksettirebilseydin eğer, ömrünce,

Ebedî cedleri karşında görürdün canlı.



Gönlüm isterdi ki mâzini dirilten san'at,

Sana târihini her lâhza hayâl ettirsin.





















HAYALİ SÖYLENİŞ

- Talha’yla konuştuklarımızdan -

Vaktiyle kızlar ağlığı etmiş Gazanfer Ağa;

Meclislerinde Nâbiga, Anter ve Şenferâ,

Dîğer arap kasîde-serâlar da, muttasıl,

Yâlel terennümüyle okurmuş fasıl fasıl.

Günlerce karşısında birer armağan diye,

Serhadlerin ilettiği yüzlerce câriye:

Almanya servinâzı güneş saçlı Nevhayâl,

İspanya şîvekârı kömür gözlü Perrübâl…

Bambaşka leh, macar, venedik, rus güzelleri…

Sessiz haremde her biri endamlı bir peri.



Bir şâir ağlasın mı bakıp kendi hâline?

Sunmuş felek güzelliği zencî hayâline;

Bir hayli yıl bu keyfi ki sürmüş Gazenfer Ağa

Rü’yada görmemiş gibidir bir gazel-serâ.
















HÜZÜN VE HÂTIRA



Gurbette duyduğum sonu gelmez hüzünleri,

Yaprakların döküldüğü hicranlı günleri,

Andım birer birer, acıdım kendi hâlime.

Tenhâ Emirgân'ın Çınaraltı'nda kahvesi,

Poyrazla söyleşir gibi yaprakların sesi.

Hem başka hem de hayli yakın karşı mâbade,

Mermerle kaplı çeşmede, mevzun kitâbede,

Baktım Yesâri hatlarının bir nefîsine,



Daldım çoşup giden denizin mûsıkîsine



























ITRÎ

Rıfkı Melûl Meriç'e

Büyük Itrî'ye eskiler derler,

Bizim öz mûsıkîmizin pîri;

O kadar halkı sevkedip yer yer,

O şafak vaktinin cihangîri,

Nice bayramların sabâh erken,

Göğü, top sesleriyle gürlerken,

Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.



Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar,

Fethedilmiş uzak diyarlardan,

Vatan üstünde hür esen rüzgâr,

Ses götürmüş bütün baharlardan.

O dehâ öyle toplamış ki bizi,

Yedi yüz yıl süren hikâyemizi

Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.



Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,

Bir taraftan bütün hayât akmış;

Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,

Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.

Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,

Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,

Bize benzer o kâinât akmış.



Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,

Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:

Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,

Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;

Mest olup sözlerinde her heceden,

Yola düşmüş, birer birer, geceden

Yürüyor fecre elli milyon rûh.



Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader

Belki binden ziyâde bestesini,

Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.

"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.

Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,

Hızlanan mevlevî semâıyle

Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.



O ki bir ihtişamlı dünyâya

Ses ve tel kudretiyle hâkimdi;

Âdetâ benziyor muammâya;

Ulemâmız da bilmiyor kimdi?

O eserler bugün defîne midir?

Ebediyyette bir hazîne midir?

Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?



Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,

Bir tesellî bırakmaz insanda.

Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;

Çok saatler geçince hicranda,

Düşülür bir hayâle, zevk alınır:

Belki hâlâ o besteler çalınır,

Gemiler geçmiyen bir ummanda.





























İSTANBUL UFUKTAYDI



Gurbetten, uzun yolculuk etmiş, dönüyordum.

İstanbul ufukta’ydı...

Doğrulduğumuz ufka giderken...

Sevdâlı yüzüşlerle, yunuslar

Yol gösteriyordu.



İstanbul ufuktan,

Sîmâsını göstermeden önce,

Kalbimde göründü;

Özentili kalbimde bütün çizgileriyle,

Binbir kıyı, binbir tepesiyle,

Binbir gecesiyle.



Yıllarca uzaklarda yaşarken,

İstanbul’u hicranla tahayyül, beni yordu.

Yer kalmadı beynimde hayâle.

İstanbul’a artık bu dönüş son dönüş olsun.

Son yıllarım artık

Geçsin o tahayyüllerimin çerçevesinde.



Bir saltanat iklîmine benzer bu şehirde,

Hulyâ gibi engin gecelerde,

Yıldızlara karşı,

Cânanla berâber,

Allah içecek sıhhati bahşetse...

Bu kâfî...!




















İSTANBUL'UN FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR



Üsküdar, bir ulu rü'yayı görenler şehri!

Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.



Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?

Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü!"



Elli üç gün en mehâbetli temâşâ idi o!

Sanki halkın uyanık gördüğü rü'yâ idi o!



Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatırâdan;

Eli üç günde o hengâme görülmüş buradan;



Canlanır levhası hâlâ beşer ettikçe hayâl;

O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.







Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha

Şanlı nâmıyle 'Büyük Top' denilen ejderha.



Sarfedilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,

Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Halic'e;



Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,

Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,



Görmüş İstanbul'a yüzbin meleğin uçtuğunu;

Saklamış durmuş asırlarca hayâlinde bunu.
























İSTANBUL'UN O YERLERİ



Aşkın şeref diyârını gördümdü bir zaman.

Yıldızlarıyle başka bir âlemdi her gece.

Kıpkırmızıydı şanlı ufuklarda her şafak.



Cânanla çıktığım tepeler... Başta Çamlıca..

Hâlâ muhayyilemde parıldar, resim gibi,

Yârin dudaklarında bitip başlayan visâl.



Cânanla gezdiğim kıyılar, sürdüğüm hayat,

Öz mâvilikle çerçevelenmiş o levhada,

Ömrün murâdımızca geçen mutlu günleri.



Yaş bastı. Görmedim nice yıldır o yerleri.

Görsem de görmesem de bu indimde bir benim;

Mâdem ki şimdi her biri kalbimdedir benim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hayatsensin.yetkinforum.com
 
Yahya Kemal Beyatlı _3_
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yahya Kemal Beyatlı _1_
» Yahya Kemal Beyatlı _4_
» Yahya Kemal Beyatlı _5_
» Yahya Kemal Beyatlı _6_
» ŞİİR 1 (YAHYA KEMAL BEYATLI)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HOŞ GELDİNİZ :: İSTEDİGİN HERŞEYİ PAYLAŞ :: ŞİİR-
Buraya geçin: