HOŞ GELDİNİZ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HOŞ GELDİNİZ

EN RENKLİ FORUM BU FORUM İSTEDİĞİNİ PAYLAŞ İSTEDİĞİNİ YAP
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Yahya Kemal Beyatlı _5_

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin



Mesaj Sayısı : 254
Kayıt tarihi : 29/09/08

Yahya Kemal Beyatlı _5_ Empty
MesajKonu: Yahya Kemal Beyatlı _5_   Yahya Kemal Beyatlı _5_ Icon_minitimeÇarş. Ağus. 12, 2009 4:36 pm

OK

- Talim ve Terbiye üstadı İhsan Bey'e -

Yavuz Sultan Selim Hân'ın önünde

Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı,

Bu yüksek tepeye dikti bu taşı

O Gaazî Hünkâr'ın mutlu gününde..



Vezir, molla, ağa, bey, takım takım,

Güneşli bir nîsan günü ok attı.

Kimi yayı öptü, kimi fırlattı;

En er kemankeşe yetti üç atım.



En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü.

Titrek elleriyle gererken yayı,

Her yandan bir merak sardı alayı.

Ok uçtu, hedefin kalbine düştü.



Hünkâr dedi 'Koca! Pek yaman saldın,

Eğerçi bellisin benim katımda,

Bir sır olsa gerek bu ilk atımda.

Bu sihirli oku nereden aldın? '



İhtiyar elini bağrına soktu,

Dedi ki: "İstanbul muhâsarası,

Başlarken aldığım gazâ yarası,

İçinden çektiğim bu altın oktu!.."





















O RÜZGÂR



Yaşamak zevki nedir bilmez ölümden korkan!

Gür bir imanla damarlarda ateşten bir kan

Birleşip böyle diyorlardı, derin bir sesle,

Yeri fethetmek için gelmiş o fâtih nesle.



Böyle bir dersi alan rûha vatan dar görünür;

Dâimâ başka sefer, başka ufuklar görünür.

O nesil duymuş akın zevkini rüzgârda bile;

Bu duyuş varmış akınlardaki atlarda bile.



Bilmemiş var mı geniş yeryüzünün serhaddi,

Yıkmış ufkunda durup karşı koyan her seddi,

Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına

Nice bin atlı kapılmıştı fetih rüzgârına.























O TARAF



Gördüm ölüm diyârını rü’yada bir gece

Sessizlik ortasında gezindim kederlice.



Durmuş saat gibiydi durup geçmiyen zaman.

Donmuş sükût içinde güneş görmiyen cihan.



Hâkimdi yerde ufka kadar uhrevî vakar;

Bir çeşme vardı her tarafından ziyâ akar;



Geçtikçe bembeyaz gezinenler üçer beşer;

Bildim ki âhiret denilen yerdedir beşer.



Baktım hüzünle her birinin benzi sapsarı.

Sezdim ki gövdesizdi, hayâliydi boyları.



Bir başka semte doğru dönerken bu gezmeden

Bir tas ziyâ alıp içiyorlar o çeşmeden;



Allâh’a şükredip duruyorlar ve kol kola,

Sessiz, yavaş yavaş dalıyorlardı bir yola.



Naklettiğim gibiydi bu rü’yâda gördüğüm.

Rü’yâ bu. Yoksa başka bir âlem midir ölüm?




















ÖZLEYEN



Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,

Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!

Dağlar ağarırken konuşmuştuk tepelerde,

Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!



Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,

Hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,

Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,

Gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.























RİC’AT



Çini bir kâsede bir Çin çayı içmekteydi.

Bir güzel yırtıcı kuş gözleri gördüm. Baktım

Som mücevher gibi kan kırmızı tırnaklarına.



Parlıyan taş, yaraşan dantele, her süs her renk...

Ve vücûdunda ipekten kumaşın câzibesi,

Önceden râyiha, en sonra bütün rûh oluyor.



Yine sevdâya kanatlansam azîz İstanbul!

Sende birçok geceler geçse tükenmez hazla...

Kapasam böylece ömrün bu güzel yaprağını.



Mâcerâ başlamak üzreydi. Düşündüm de dedim:

“Kalbimin tâkati yok, hem bu duyuş çok sürecek...

Mâcerâ başlamadan ben buradan ayrılayım.”
























RİNGLERİN AKŞAMI



Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!

Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

Geniş kanatları boşlukta simsiyâh açılan

Ve arkasından güneş doğmıyan büyük kapıdan

Geçince başlıyacak bitmeyen sükûnlu gece.

Gurûba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

Ya şevk içinde harâb ol, ya aşk içinde gönül!

Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yâhud gül.






















RİNDLERİN HAYATI



-Halide Edib'e, sanatta ve fikirde ulvî varlığına derin hürmetle.



Bazen kader, gelen bora hâlinde zorludur ;

Dağlar nasıl bakarsa siyâh ufka öyle bak.

Ba'zan da cevreden nice bir âdem oğludur,

Görmek değil düşünmeğe bigâne kal! Bırak!



Dindâr adam tevekkülü, rikkatle, herkese

İsa'yı çarmıhında, uzaktan, hatırlatır.

Bir arslan esniyor gibi engin vakar ise

Rind'in belâya karşı kayıtsızlığındandır.
























RİNDLERİN ÖLÜMÜ



Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle,

Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz'ı hayâl ettiren âhengiyle.



Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.




















SES

- Fazıl'a -

Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,

'Yârab! Hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum.

His var mı bu âlemde nekahat gibi tatlı?

Gönlüm bu sevincin helecâniyle kanatlı

Bir tâze bahâr âlemi seyretti felekte,

Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te;

Akşam!.. Lekesiz, sâf, iyi bir yüz gibi akşam!..

Tâ karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam;

Sâkin koyu, şen cepheli kasriyle Küçüksu,



Ardında vatan semtinin ormanları kuytu;

Bir neş'eli hengâmede çepçevre yamaçlar

Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar;

Dalgın duyuyor rüzgârın âhengini dal dal,

Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal;

Bir lâhzada bir pancur açılmış gibi yazdan

Bir bestenin engin sesi yükseldi Boğaz'dan.

Coşmuş yine bir aşkın uzak hâtırasıyle,

Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyle,

Dağ dağ o güzel ses bütün etrâfı gezindi:

Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi.





Âni bir üzüntüyle bu rü'yâdan uyandım.

Tekrâr o alev gömleği giymiş gibi yandım,

Her yerden o, hem aynı bakış, aynı emelde,

Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde;

Her yerden o, hem aynı güzellikte, göründü,

Sandım bu biten gün beni râmettiği gündü.






















SESSİZ GEMİ



Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,

Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli.

Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!

Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;

Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.


























SİCİLYA KIZLARI



Sicilya kızları üryan omuzlarında sebû;

Alınlarında da çepçevre gülden efserler,

Yayar bu mahfile âsâbı gevşeten bir bû

Ve gözleriyle derinden bakar gülümserler

Sicilya kızları üryan omuzlarında sebû.



Hadîkalarda nevâgîr iken şadırvanlar,

Somâki kurnalarından gümüş sular dökülür.

Ve hep civâra serilmiş dîvanlar

İçinde bûseden ölmüş vücûtlar bükülür,

Hadîkalarda nevâgîr iken şadırvanlar.



Gerer beyaz kuğular nâzenin boyunlarını,

Füsûn-ı nevm ile görmez bu âteşin ravza

İçinde dalgalanan reng ü bû oyunlarını.

Dalar huzûz-ı rehâvetle hâvzdan havza.

Gerer beyaz kuğular nâzenin boyunlarını.




















SİSTE SÖYLENİŞ



Birden kapandı birbiri ardınca perdeler...

Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?



Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden

Fîrûze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden?



Benzetmek olmasın sana dünyâda bir yeri;

Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri.



Bir devri lânetiyle boğan şairin Sis'i.

Vicdan ve rûh elemlerinin en zehirlisi.



Hülyama bir ezâ gibi aksetti bir daha;

- Örtün! Müebbeden uyu! Ey şehr! - O bedduâ...



Hâyır bu hâl uzun süremez, sen yakındasın;

Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın.



Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl

Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl.



Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın,

Hiç bir zaman kader bizi senden ayırmasın.





















SONBAHAR



Fânî ömür biter,Bir uzun sonbahâar olur.

Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.

Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;

Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.

Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.

Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;

Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.

Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.

Dünyanın ufku gözlere gittikçe târ olur.



Her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.

İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;

Bir başka mûsikîye geçiş farz eder bunu.

Teslim olunca va'desi gelmiş zevâline,

Benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.



Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya

Rûh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya:

Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;

Fark etmez anne - toprak ölüm mâcerâmızı.





















SÜLEYMÂNİYE'DE BAYRAM SABAHI



Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,

Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye'de.

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.

Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.

Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garib âlem bu!..





Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;

O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.

Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık

Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,

Giriyor, birbiri ardınca, îlâhi yapıya.

Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,

Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.





Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı

Adamış sevdiği Allâh’ına bir böyle yapı.

En güzel mâbedi olsun diye en son dinin

Budur öz şekli hayâl ettiği mimârinin.

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,

Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi;

Taşımış harcını gaazîleri, serdâriyle,

Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimârıyle.

Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,

Tâ ki geçsin ezeli rahmete rûh orduları..





Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimârı.

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabâh anlıyorum;

Ben de bir vârisin olmakla buğün mağrûrum;

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;

Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,

Senelerden beri rü'yâda görüp özlediğim

Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.

Dili bir, gönlü bir, imânı bir insan yığını

Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

Büyük Allâh’ı anarken bir ağızdan herkes

Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;

Yükselen bir nakarâtın büyüyen velvelesi,

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!





Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri

Dinliyor vecd ile tekrâr alınan Tekbîr'i;

Ne kadar sâf idi sîmâsı bu mü'min neferin!

Kimdi? Bânisi mi, mîmâri mı ulvî eserin?

Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,

Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli;

Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz

Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;

Vatanın hem yaşıyan vârisi hem sâhibi o,

Görünür halka bu günlerde tesellî gibi o,

Hem bu toprakta buğün, bizde kalan her yerde,

Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.





Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,

Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.

Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;

Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.

Çok yakından mı bu sesler, Çok uzaklardan mı?

Üsküdar’dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?

Bursa'dan, Konya'dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,

Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;

Şimdi her merhaleden, Tâ Beyazıd'dan, Van'dan,

Aynı top sesleri birdir geliyor her yandan.

Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!

Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,

Dinliyor hepsi büyük hatıralar ruzgarını,

Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.





Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?

Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:

Kosva’dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul’dan..

Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;

Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?

Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?





Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..

Adalar'dan mı? Tunus’dan mı, Cezâyir'den mi?

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi

Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;

O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?





Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.

Çok şükür Tanrıya, Gördüm, bu saatlerde yine

Yaşayanlarla berâber bulunan ervâhı.





Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://hayatsensin.yetkinforum.com
 
Yahya Kemal Beyatlı _5_
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yahya Kemal Beyatlı _4_
» Yahya Kemal Beyatlı _6_
» Yahya Kemal Beyatlı _1_
» Yahya Kemal Beyatlı _3_
» ŞİİR 1 (YAHYA KEMAL BEYATLI)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
HOŞ GELDİNİZ :: İSTEDİGİN HERŞEYİ PAYLAŞ :: ŞİİR-
Buraya geçin: