BİR YILDIZ AKTI
Bir yıldız aktı, gök ve deniz sarmaşır gibi,
Vuslatta ilk öpüşmeyi andırdı ansızın,
Birden kamaştı gözlerimiz, baktık engine.
Hulyâlı mâvilikte bu ânî parıldayış,
Tek bir dakîka sürmedi, kayboldu, sır gibi.
Sandık ki uçtu gitti bir altın kanatlı kuş.
Bir yıldızın zevâlini gördük de böylece;
Yârab; dedik, nedir bu muammâsı hilkatin?
Fânîlik ortasında yüzen sâde-dil beşer
Herhangi bir şekilde umar bir bakaa buluş.
CİN’LER
- “İyi saatte olsunlar” Atalar sözü –
Kızgın benizleriz ki parıldar görünmeden,
Titrer yanında bizleri bir lâhza vehmeden.
Vicdanların azâbıyız onlar tanır bizi;
Tâzîb için ziyârete gelmiş sanır bizi.
Her suçlunun başında hayâlî cezâsıyız,
Her âşık aldatan kadının kalb ezâsıyız.
Bir cinsimiz azâb ise vicdan ve hislere,
Bir cinsimiz de var ki belâdır nefislere.
Lâkin bu cinsimiz daha dişlek ve zorludur,
Vicdânı olmıyanları nefsinde korkutur.
Dünyâda korku nâmına bizler de olmasak,
Bilmezdi âdem-oğlu nedir şerr için yasak.
Bir def’a hisseden bizi! Bildin mi kimleriz?
Cinler veyâhut onlara benzer vehimleriz.
ÇİN KÂSESİ
Gel ey mahbûbe Çin’den!
O şîrin köşk içinden
Ki pek durgun sularda,
Uyurken bambularda,
Taşır çok yüklü dallar
Alevden potakallar.
Görün ey sevdiğim sen
Ki bir Çin kâsesinden
Gülümser bir resimdin,
Muhayyel sevgilimdin.
Bahârın neş’esinden
Uçan kuşlarla eğlen
Ve kırlangıçlarıyle,
Semâ dalgıçlarıyle,
Ya mektup yolla Çin’den,
Ya gel hulyâm içinden.
DENİZ
Bir gün deniz ölgündü. Bir oltayla balıkta,
Kuşlar gibi yalnız, yapayalnızdım açıkta.
Şehrin eleminden bir uzak merhaledeydim,
Fânîleri gökten ayıran perdeye değdim.
Rüzgârlara benzer bir uğultuyla sulardan,
Sesler geliyor sandım ilâhî kuğulardan.
Her an daha coşkun, daha yüksek, daha gergin,
Binlerce ağızdan bir ilâhî gibi engin
Sesler denizin ufkunu uçtan uca sardı,
Benzim, ölümün şi'ri yayıldıkça, sarardı.
Kalbimse bu hengâmede kuşlar gibi ürkek,
Kalbim heyecandan dedi: "Artık dönelim, çek!
Kâfî!.. Ölülerden gelen âhenge kapılma!"
Birdenbire hissettim ufuktan bir atılma.
Baktım ki deniz insanı durgun suyu yardı,
Bir dev gibi mûnis ve yosun saçları vardı.
Durdum, dedi:
"Mâdam ki deniz rûhuna sır verdi sesinden.
Gel kurtul o dar varlığının hendesesinden!
Son zevkin eğer aşk ise ummâna karış, tat!
Boynundan o cânan dediğin lâşeyi silk, at!
Kirpikleri süzgün o ihânet dolu gözler,
Rikkatle bakarken bile bir fırsatı özler.
Aldanma ki sen bir susamış rûh, o bir aç;
Sen bir susamış rûh, o bütün ten ve biraz saç.
Ummâna çıkar burda bugün beklediğin yol,
At kalbini girdâba, açıl engine, rûh ol!"
DENİZ TÜRKÜSÜ
Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sâhilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide, dünyâ artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...
Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri,
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.
Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"
Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan!
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.
DUYUŞ VE DÜŞÜNÜŞ
Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer
Ay geçmiyor ki almayayım gamlı bir haber.
Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu;
Zihnim düşünceden dağınık, gözlerim dolu.
Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü,
Lâkayd olan mühimsemiyor gamlı bir günü.
Çok şey bilen diyor: "Gidecek her gelen nesil!
Ey sâde-dil! bu bahsi hayâtında böyle bil!
Hiç durmadan, hayat öğütür devreden bu çark,
Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark!"
İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri
Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri.
DÜŞÜNCE
Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?
İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!
"Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.
Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.
Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!
Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.
DÜŞÜNÜŞ
Zahmetli yolculukla yaşım vardı yetmişe
Zihnim, bulunduğum tepeden, daldı geçmişe.
Milyonla yıl dönen küse üstünde bir kişi
Yetmiş yılın hikâyesi bilsin mi geçmişi?
Her yerde var hayâtı birer türlü nakleden
Lâkin derin görenler usanmış hikâyeden
Derler bilir hakîkati yüzlerce feylesof;
Bir kısmı şek ve şüphede, bir kısmı hayli kof;
Aksetmiyor çoğunda fikirler ayan beyan.
Hayyâm imiş hakîkati az çok fısıldayan.
ENDÜLÜS'TE RAKS
Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı...
Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.
Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...
Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.
Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü,
Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü...
Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir;
İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir.
Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...
Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...
Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli..
Gözler kamaştıran şala, meftûm eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sîneden: 'Ole!'
ERENKÖYÜ'NDE BAHAR
Cânan aramızda bir adındı,
Şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
Bir sahile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayâlimizde cânan
Bir şi'ri hatırlatan kadındı.
Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyla harâb idim edânın,
Hâlâ mütehayyilim sadânın
Gönlümde kalan akislerinden.
Mevsim iyi, kâinât iyiydi;
Yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
Hulyâ gibi hoş geçen zamanda
Sandım ki güzelliğin cihanda
Bir saltanatın güzelliğiydi.
İstanbul'un öyledir bahârı;
Bir aşk oluverdi âşinâlık...
Aylarca hayâl içinde kaldık;
Zannımca Erenköyü'nde artık
Görmez felek öyle bir bahârı.
ESKİ PARİS
- 1903 – 1912 –
Eski Pâris’de bir ömür geçti;
Jaurés’in gür sadâsı devrinde,
Tuncu canlandıran ilâh’tı Rodin;
Verlaine absent’i Baudelaire afyonuna
Karışan bir sihirli haz’dı şiir.
Ayılıp hoş geçen bu rü’yâdan
Uğradık bin dokuz yüz on dörde.
İlk ateşlerle can verince Péguy
Varmışız eski âlemin sonuna.
Yaşamış olmıyan bilir mi bunu?
Eski Pâris’de bir ömür geçti,
İdeal rüzgâriyle hür geçti.
Başka yıldızda bir hayât imiş o.
Yaşamak zevki her saatte esen,
Dâimâ nurlu bir gece’ydi zaman.
Dinliyen söyliyen kadar ârif,
Seyreden oynıyan kadar hassas.
“Chat – Noir” neş’esiyle “Lune Rousse” da,
O devir, Gölgeler – Tiyatrosu’nun
Kararan perdesinde bitti gibi.
Başka yıldızda bir hayât imiş o.
His ve haz yüklü kâinât imiş o.